Renkli Kadınlar

Çok Kocalı Kadınların Yaşadığı Humla Fotoğraf Sergisi…

Dilek Kaykılar

Dilek Kaykılar

Gazeteci, Yazar, İnsan hikayelerine meraklı, gezmeyi ve bir de denize yakın olmayı sever...
Haberi paylaşın...

Kamudan emekli olduktan sonra gizli kültürlerin izinde seyahatler yapan Hacer Aydın, Nepal’in en uzak bölgelerinden olan Humla’ya gitti ve o kültürün insanlarıyla yaşadı, onları fotoğrafladı. Aydın’ın fotoğrafları İzmir Yolo Art&Lounge’da 15 Ocak’a kadar görülebilir.

 

On yıldır kaybolan kültürlerin izlerini süren Hacer Aydın, Nepalin kuzeybatısında Çin sınırında Himalaya dağlarının kucağında yer alan kadim topraklar Humla’ya yaptığı gezide insanların günlük yaşamlarını ve kültürlerini fotoğrafladı. Gezinin fotoğrafları’ndan oluşan “Gizli Himalaya Humla” fotoğraf sergisi Abacığlu Hanı Yolo Art&Lounge’da 3-15 Ocak arası görülebilir.

Fotoğraf: Nurten Öğüt

 

CHP İzmir milletvekili Atila Sertel, fotoğraf sanatçıları ve sanat severlerin katıldığı serginin açılışında “İnsanların birbiri ile barış ve kardeşlik içinde yaşadığı bir kent olan İzmir’de böyle güzel etkinliklere önayak olduğu için Yolo Art&Lounge çok teşekkür etmek istiyorum. Hacer Aydın bizim aile dostumuz. Daha önce de bir fotoğraf sunumu ve sergisinin açılışını yapmıştım. O sergiden bir fotoğrafı Hacer Aydın benim evime armağan etmişti. Çok değerli bir armağan olan Nepal’in güzel fotoğrafı için Hacer Aydın’a tekrar teşekkür ediyorum” dedi.

Hacer Aydın, “Gizli Himalaya Humla” fotoğraf sergisine ilginin büyük olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Nepal’in en uzak ve en yoksul bölgelerinden olan Humla, aynı zamanda Tibet’e yapılan eski tuz ticaret yoludur. Şamanistik geleneklerle iç içe geçmiş, otantik Tibet Budist kültürünün tadını çıkarırken, acaba geçmişe mi ışınlandım diye düşünmeden edemedim. 

Antropologlara göre, Humla kültürel açıdan Nepalin en büyüleyici yerlerinden biriymiş. Bu sergimde Nyinba insanlarının günlük yaşamlarını, inanılmaz kültürlerini fotoğraflarımla anlatmaya çalıştım. Sergimde beni en çok mutlu eden ise gelen herkesin geçmişinden bir şey bulması. ‘Biri, fotoğrafta köy evinin önünde anneannesini buluyor, kimi eski sobalı yaşantısını, kimi çocukluğunu…’sergiyi açarken anlatmak istediğim buydu. Gelen herkesle elimden geldiğince konuşmaya çalışıyorum, onların duygularını öğrenince çok mutlu oluyorum. Sonuç olarak biz eskiyi, doğayı, doğallığı çok özlemişiz. Ahhh ahhh diyenlerden anladığım bu.”

HUMLA’YA YİNE GİDECEĞİM

Aynı yere tekrar gideceğinin de altını çizen Hacer Aydın, Humla ile ilgili izlenimlerini ise şöyle anlatıyor:“Biz modern insan paranın insanı mutlu ettiğini, ya da paralı insanın hep mutlu olduğunu düşünürüz. Hayatımızı kolaylaştıran son model teknolojik ürünlere sahip olan biz yine doymayız ve bir üst model isteriz. Alırız da, ama onu ödeyene kadar mutsuz oluruz. Tam öderiz doyumsuz ruhumuz bu sefer başka bir şey ister. İnternetimizle dünyayı fethederiz. Gerçek olanı unutur, sanalda yaşarız. Sonunda kalabalıklar içinde yapayalnız kalırız. Sonuç koca bir mutsuzluktur. 

Sergide de görüleceği gibi fotoğraftaki bu gülen güzel yüzlerin yaşadıkları topraklarda hayatı kolaylaştıran hiçbir modernlik yok. Hayat gerçekten çok zor oralarda. Her türlü işi elleriyle yapıyorlar. Ulaşım için ayaklarını kullanıyorlar. Sularını çeşmelerden kovalarla taşıyorlar. Daha iyisini, daha üst modelini bilmedikleri için istemiyorlar. Doğa ananın sunduklarıyla yetiniyorlar. Sanalda yaşamak yerine komşularıyla, arkadaşlarıyla, aileleriyle paylaşarak gerçek alemde yaşıyorlar. Akşamları toplanıp yanan sobanın ışığında kahkahalar eşliğinde sohbetler ediyorlar. Birbirlerine, doğaya, yaşayan her türlü canlıya saygı sevgi duyarak yaşayan bu insanlar, aslında biz modern insandan daha üstün bence. Çünkü bizim sahip olmadığımız ya da bir zamanlar sahip olduğumuz birçok değere sahipler, mutlular, gülüyorlar.”

ÇOK KOCALI KADINLAR

Humla’ya giderken “çokkocalılık” (Pollyandry) geleneğinin olduğunun duyduğunu belirten Hacer Aydın, gittiğinde karşılaştığı ailelerle ilili gözlemlerini şöyle anlatıyor:

“Benim rastladıklarım genelde iki kardeşle evli olan çiftlerdi. Kocalar arasında kıskançlık oluyor mu diye sorduğumuz da bazen olduğunu öğrendik, ama ilerde bu tür olayların olmaması için çocuklara bu yönde eğitim veriliyormuş. İşte burada Pema’nın neden herkese kardeşim, kız kardeşim dediğini anlıyorum. Baba ve amcanın neden aynı şey olduğunu da… Humla’lı arkadaşım Anita’ya fotoğrafları gösterdiğimde gördüğü herkese “aaa bu kardeşim, bu annem” demesine şaşırdığım gibi. “Anita bu nasıl oluyor” herkes nasıl annen olur ki” biz biriyle evlendiğimizde, onların kız kardeşi de benim aileme gelin gelir, o nedenle hepimiz kardeşiz” dedi. Sanırım pollandry sistemin bir özelliği bu.

Bu tür ailelerde kadının pozisyonu soruma ise, eskiden kadının adının pek olmadığı ama şimdiler de hemen hemen eşit olduklarını söyledi. Ertesi gün bu aile beni kahvaltıya davet ettiğinde, eşler arasında güzel bir iş bölümünün olduğunu, birbirlerine saygıyla davrandıklarını gördüm. Kadın ekmek pişirirken genç koca topladığı ıspanakları yıkayıp getirdi ve onları bizim için pişirdi. Yaşlı kocayı ise ertesi gün Simikot’ta yün eğirirken gördüm.

BÜYÜK EŞ EVİN BABASI GİBİ

Pollyandry sistemin merkezi olan Nimatang köyü 3325 metre yüksekliğinde. Ertesi gün kar yağmaya başladı ve karla beraber vınn vınnn diye öten bir de rüzgârımız var. Pema ile birkaç yer ziyaret edeceğiz. Pema benim işlerimle ilgilenmek yerine, nerede yardıma ihtiyacı olan insan varsa beni oralara götürmeye çalışıyor. Yardım etmeyi sevdiğimi bir şekilde anlamış olmalı. “Şu kişiye yardım edersen Dharma öbür hayatında sana yardım eder, yolunu ışıklandırır” deyip beni her yere sürükledi. Ben de “Pema benim öbür hayatımda değil bu hayatımda yardıma ihtiyacım var. Bak ben buraya pollandry evlilik için geldim. Asıl sen bana yardım et” diyorum. Dharma’nın öbür hayatımda bana yardım etmesi için ora halkı tarafından çok değerli olan 7. Yüzyıldan kalma kutsal Ralling Gompa’ya dört saatlik bir at yolculuğu yapmam bu hayatımda ki en değerli ödül oldu.

Dönüşte uğradığımız köylerden birinde yine aynı çok eşli bir aileye rast geldik. Fotoğraflarını çektikten sonra evin hanımı Cheya Bhuti Lama bizi büyük olan eşi Ko Sonam Lama ve kendisinden genç olan Nurbu Lama ismindeki eşiyle çaya davet etti. Evlerine girdiğimizde gözlemlediğim kadarıyla büyük eş evin babası gibi bir tavır sergilerken yaşça küçük olan eş daha çekingen davranıyordu.  Sonradan öğrendiğime göre evin en büyük erkek çocuğu her zaman aile babası olarak eğitiliyormuş. Bu aile de dört çocuk sahibi.”

Humla kültürüne dair daha fazla ayrıntı öğrenmek isterseniz,  İzmir’de olanların ya da bugünlerde İzmir’e yolu düşenlerin 15 Ocak’ta sona erecek sergiyi mutlaka görmesini ve Hacer Aydın’dan gözlemlerini, deneyimlerini dinlemesini tavsiye ediyorum.

 

Bir önceki yazımız olan Kuzguncuk'ta Devr-i İstanbul Sergisi! başlıklı yazımızı da okumanızı öneririz.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ