İclal Aydın’dan Üç Kuşak Kadının Hikayesi: UNUTURSUN
İclal Aydın, yeni kitabı Unutursun’da alzheimer olan annesinden yola çıkmış ama yol onu arka planda yakın tarihte olanlar eşliğinde üç kuşak kadının hikayesine götürmüş.
Geçtiğimiz ay kahvaltı masasında annemin, adımızı anımsayamadığını fark ettik. Hatta kim olduğumuzu da. Ama içtenlikle gülüyordu. Bütün kalbiyle. Bir çocuk gibi neşeyle. Sarıldık… Şefkatle saçımı okşadı. ‘Kardeşlerim, sizi çok seviyorum,’ dedi”.
Bu cümleler İclal Aydın’ın yeni kitabı “Unutursun”a yazdığı girişten…
“Bir kitap yazıp annemi anlatmak istiyordum” diyor yine aynı bölümde ve ekliyor; “Lakin masaya her oturduğumda ağladım. Bazen bilemiyordum neye ağladığımı. Bir kelime bile yazamadan kalkıyordum.” İşte böylesi sancılı bir yazım sürecinde, “Bir Cihan Kafes”in kahramanları çıkagelip elinden tutmuş İclal Aydın’ın: “Bu yaz kitabı toparlamak üzere Berlin’e gittiğimde o ana dek yazdığım her şey bir kenara çekildi kendiliğinden. Yaklaşık bir yıldır bir şeyler karalayıp bir dosyaya koyuyordum ama ‘Bir Cihan Kafes’in çok sevdiğim karakterleri çıkıp geldiler, Berlin’deki ilk sabah. Annemin bu dünyadan geçerken sevdiği her şeyi toplamışlardı gelirken. ‘Sen kaygılanma, telaş etme, anlatacaklarımız var ve senin istediğin gibi olacak, hiç merak etme,’ dediler. Berlin’de, Buchkantine isimli bir kitapçı-kafenin kanal kıyısındaki bahçesinde, söğütler altında oturmuş notlar alıyordum. Onlar böyle söyleyince ben de onlara bıraktım. Sonrası kendiliğinden aktı.” diyor.
Böylelikle “Bir Cihan Kafes”in kahramanları Samire, Yaşar ve Lorin bir kez daha İclal Aydın’ın kaleminde ete kemiğe bürünüyor, yanlarında getirdikleri yeni isimlerle birlikte, geçmiş ile bugün arasında gidip gelen hikâye başlıyor. 1950’lerin Kapadokya’sına, Ankara’sına, İstanbul’una hatta tüm coğrafyanın acılarına, geçmişine ait bir roman bu. Elbette bugünlere taşınan aşklara, acılara, kadere, kedere, kesişen yollara da… Ama en çok da Yaşar’ın torunu Kaan için “Unutma! Defteri”ne yazdığı kendi hikâyesi.
“Hep bir devam romanı yazmak istiyordum ama böyle bir roman mıydı, bilmiyorum” diyor İclal Aydın ve ekliyor. “Annemin dünyasından isimleri ödünç aldı karakterlerim. O karakterlerin güzel yanlarını bir de. Bütün olayları, bütün konuları onlar kendileri yazdırttılar. Hiçbiri yaşanmış anılar değildir. İsimleri dışında, tüm karakter kendiliğinden akan bir hayal yolunun insanlarıdır. Türkiye’nin gerçekleri arkada bir tül perde, kalemse sadece unutmanın dipsizliğine bir çare oldu…”
“Unutma, yaz! Defteri”
Yıl 1954. Roman, Samire’nin ablası Nariye’nin gecenin karanlığında evden çıkıp kendini Ihlara’da bir yardan aşağı atmasıyla başlıyor. Çok sevdiği ama bir türlü kavuşamadığı Ethem’i, kız kardeşi Nariye’yle o evlendirmiştir. Köyün en güzel kızıyken hiç sevmediği biriyle evlenen Nariye için artık yaşamanın hiçbir anlamı yoktur… Hızlı bir geçişle 2000’li yıllara uzanır hikâye. Yaşar, kızı Lorin’in oğlu Kaan ile Ihlara’dadır. Artık yaşlanmış, şehirden bunalmış ve büyükannesi ile büyükbabasının yaşadığı eski köy evine yerleşmiştir. Torununa bölgenin geçmişiyle beraber kendi geçmişini de anlatmaya başlar. Hatta sonrasında kendisi de unutmamak için yazmaya başlar. Aynı günlerde kötü bir ilişkinin izlerini henüz silememiş olan Lorin Almanya’da yaşayan bir arkadaşından mail alır. Üç ortak, çok eski bir bina satın almıştır ve burayı yaşanır hale getirmek için bir yatırımcı aramaktadır. Lorin hiç vakit kaybetmeden eski müşterisi Gavras Bey’in kapısını çalar. Böylelikle okur, bir yandan sanki bir laneti miras almış gibi birbirinden uzaklaşan aile üyelerinin hikâyelerine, bir yandan da 1950’lerden bugüne Türkiye’nin siyasi ve toplumsal tarihine tanıklık eder.
Bir önceki yazımız olan Türk Psikiyatristin Divanı başlıklı yazımızda Dr. Zeynep Akıncı Pınar, psikiyatri ve psikoloji kitapları hakkında bilgiler verilmektedir.