Girit’in Perileri: Bir Umut Hikayesi…
Özge Budak’ın mübadele döneminde yaşananlara dair bir kesiti anlattığı ilk romanı Girit’in Perileri, Aya Yayınları’ndan çıktı…
“En Sevdiğim Şey Yazmak” diyen Özge Budak’ın ilk kitabı Girit’in Perileri, sade dili, katmanlı hikayesi, mübadele dönemine yönelik nesnel bakışı ve çok karakterli yapısını başarıyla kurabilmesiyle öne çıkan bir roman. Yazar bir ilk kitapta düşülebilecek pek çok hatadan uzak durmasıyla, anlatımındaki yalınlıkla okurla metin arasındaki mesafeyi ortadan kaldırıyor. Henüz ilk satırında, okuru çabucak içine çekebilen atmosfer kitabın sonuna dek büyüsünü koruyor.
“Hayat, gelirken yanında getirdiklerinin, buradayken biriktirdiklerinin ve bu ikisiyle yaşayabildiklerinin toplamından başka nedir ki? Derler ya; öğrenilmiş çaresizliği ve sürdürülebilir mutsuzluğu bir kenara bırakıp her anı umut ederek yaşamak lazım.”
Özge Budak “Neden bir Girit Kitabı” sorusunun cevabını şöyle veriyor:
“Çocukluğumun bir bölümü, nüfusunun çoğunluğunu, Girit ve Midilli’den gelen mübadillerin oluşturduğu, Ege’de küçük bir ada olan Cunda’da geçti. Dedem Girit’ten İzmir’e göç etmiş bir ailenin büyük oğluydu. Anneannem ile İzmir’de evlenmişler, yaşamak için ise Girit gibi bir ada olan Cunda’yı seçmişlerdi. Hayatlarının sonuna kadar da bu adada yaşadılar…
Dedem, mübadele gemisine bindirildiğinde bıyıkları henüz terlemeye başlamış bir ergen olduğunu söylerdi. Gemiyi ve o gemide yaşananları çok iyi hatırlıyordu… Anadolu’ya genç yaşta gelmiş olmasına rağmen aklı da, yüreği de Girit’te ve oradaki güzel evlerinde kalmıştı. Bu nedenle bir ara Ayvalık-İzmir ve Girit arasında gidip gelen gemilerde çalıştı.
Anneannem ve ‘Manaci’ lakaplı dedemle zaman geçirmeye bayılırdım. Cunda’da yaşadıkları “Asmalı Sokak”ın tamamını Girit’ten göç etmiş, birbirine akraba ya da yakın dost aileler oluşturuyordu. Burada da kendi çaplarında küçük bir “Girit” kurmuşlardı. Girit’ten getirilen bazı antika eşyaların da bulunduğu bu evin bütün duvarları, anıları ve hayatları Girit’te kalmış, tanımadığım insanlara ait sararmış siyah beyaz fotoğraflarla kaplıydı.
Radyosunda Rumca ezgiler çalan, televizyonunda daima açık olan ikinci kanalın ERT1 olduğu, kilerinde zeytinyağı dolu dev küpler bulunan, dedemin çay bardağında rakı içtiği, her türlü ottan türlü çeşit yemekler hazırlanan, el örmesi dantel perdelerin ve dantelle harmanlanmış beyaz örtülerin kullanıldığı ev, adeta Girit’e adanmış bir anıt gibiydi. Ötesinde, benim gibi meraklı bir çocuk için, Girit’e ve mübadele insanlarına ait gerçek hikayelerin masal gibi anlatıldığı fantastik bir yerdi. Bu yüzlerce hikayeden en ilginç olanlarını belleğimde biriktirdim ve nereye gidersem gideyim hep yanımda taşıdım.”
Dedem de anneannem de bilirlerdi ki, çocukları ve torunları dışında da yemeklerini paylaşmaları gereken, kimsesiz konu komşuları vardı.
Bu kitap yıllar yılı onlardan dinlediğim, biriktirdiğim nice hikayeden esinlenerek ortaya çıktı. Yazarken tüm o güzel insanları hatırlamak ve anmak bana çok iyi geldi. Ancak gerçek olaylardan esinlenmiş olsam da hikayenin büyük bölümü benim hayal ürünümdür. İsimler ve kişiler de öyle…
Kitapta yer alan fotoğrafların, hikayedeki karakterlerle de çok fazla ilgisi yok. Özel hayatlarına girmemek için fotoğraflardaki insanların kim olduklarını da yazmadım. Bu nedenle fotoğrafları sadece benim Giritli aileme ve Girit’in güzel insanlarına ait kıymetli anılar olarak izleyin…”
Girit’in Perileri, anlatımındaki tüm çabaları bir kenara bıraktığımızdaysa; Süheyla’nın, Amir’in, Ali’nin, Selahaddin’in, Kahire’de, Beyrut’ta, Girit’te, pırıl pırıl Ege Denizi’nde geçen zorlu yolculuklarında; tüm imkansızlıklara rağmen ayakta kalabilmelerini tek bir unsurla sağlıyor: Umut…
Bir ilk romandan çok daha fazlası olan Girit’in Perileri’ni, hem ileride adını sıklıkla duyabileceğiniz bir yazarı tanımak, hem de güçlüklerle mücadele eden, ayrılıklara, ölümlere, yurtlarından edilmeye göğüs geren karakterleri aracılığıyla yaşama mucizesine yeniden inanabilmek için defalarca okuyacaksınız.
Özge Budak Kimdir?
Saatli Maarif Takvimi’nin, karakışın başlangıcını gösterdiği bir 16 ocak sabahı dünyaya geldi. Babası oğlu olacağından o kadar emindi ki, adı o daha doğmadan hazırdı… Cem… Oğlu değil de bir kızı olduğunu öğrenince üzülen babasının bu hayal kırıklığını telafi etmek ve onu gururlandırmak için senelerce çok çalıştı. Daha ilkokuldayken gazeteci olmayı kafasına takmıştı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesine girerek bu hedefine bir adım daha yaklaştı. Mezun olduktan sonra mesleği işin ustalarından öğrenme şansını yakaladı. İşe Milliyet Gazetesi’nde başladı. Gazetecilikteki ilk öğretmeni, Babıali’nin Vasfiye Ablası, rahmetli Vasfiye Özkoçak’tı. Türkiye’nin ilk özel televizyon kanalı Magic Box’ın Haber Merkezinde, ilk ekipte yer aldı. Ardından Altan Öymen ile Kanal D’de yayınlanan “Pazar 11” programında çalıştı. Yine Mehmet Ali Birand’ın önderliğindeki CNNTürk Haber Merkezinde kanalın kuruluşunda yer aldı. İkinci kızı dünyaya geldikten sonra hayatı rölantiye almak adına gazeteciliğe bir es verdi. O gün bugündür PR ve en sevdiği şeyi yapıyor… Yazmak…
Bir önceki yazımız olan Isabel Allende'nin Hikayesi Desenlendi! başlıklı yazımızı da okumanızı öneririz.