Arzu Demirel’den yeni kitap: Bir Sandalım Bile Yok…
Çizgi film senaristi, çocukların çok sevdiği Niloya, Maceracı Yüzgeçler gibi çizgi filmlerin yaratıcısı, çocuk kitabı yazarı Arzu Demirel yeni bir çocuk kitabı çıkardı. Demirel’le hem yeni kitabı hem de sektördeki yolculuğunu konuştuk…
Çocuk kitapları ve filmleri konusunda çok yaratıcı bir isimsiniz. Bu yola girerken sizi ne motive etti. Nasıl karar verdiniz çocuk dünyasına girmeye? Bu kadar üretici olmak hedefleriniz arasında mıydı?
Kendimi bildim bileli hep bir şeyler üretiyorum. Çok küçük bir çocukken kendi kendime tiyatro oyunları yazar, mahalledeki arkadaşlarımla bir araya gelerek küçük gösteriler yapardım. Öykü defterlerim vardı. Hep bir hikayenin peşindeydim. Yazardım hatta bazen çizerdim. Ama çizimlerimi hiç sevmezdim. Üretmek, yaratmak, ortaya bir şeyler çıkarmak bir karar ya da sonuç değil de bir varoluş biçimi benim için. Ben kendimi böyle var ediyorum. Çocuk dünyasını kendime çok yakın hissettim hep. Renkli ve neşeli… Aslında bence tüm dünyanın olması gerektiği gibi…
Kariyerinizde ilerlerken bir plan dahilinde mi yolculuğa devam ettiniz yoksa yolda mı yeni kararlar oluştu?
Hayatım boyunca hem hayallerimin peşinde gittim. Planlarımı hayallerim oluşturdu aslında… Yine çocukluğa döneceğim ama tüm çocukluğum tiyatro sahnesinde geçti. Her sene okulumla birlikte tiyatro eğitimi alır ve sahnede rol alırdım. Sevdiğim ve mutlu olduğum şeyleri arayıp bulur ve onun peşinden giderdim. Yazmayı ve yaratmayı çok seviyordum. Bu sebeple üniversitede Tiyatro ve Dramaturji okumak hayallerimin bir planıydı. Elbette hayat yolunda planlarıma uymayan şeyler oldu. Üniversiteden mezun olduğum yıl babamın işleri tamamen bitmişti. Ailece maddi olarak epey zor bir döneme girmiştik. Para kazanmak zorundaydım. Bu sebeple çocuk oyunu yapmak yerine reklam ajanslarında reklam yazarlığı yapmayı seçtim. Bu zorunlu seçim kalemimi ve dünyamı daha da geliştirdi. 2008 yılında TRT Çocuk kanalının açılmasıyla da en büyük hayallerimden biri olan çizgi filmin peşinden gitmeye karar verdim. Bugün o hayalin planı doğrultusunda burdayım.
Kadınlar ötekinin de ötekisidir…
Kadın olarak bu sektörde olumlu ya da olumsuz bir deneyim yaşadınız mı? Evet ise bizimle paylaşır mısınız?
Sadece sektörde değil dünyada ve ülkemizde kadın olmanın zor olduğunu düşünüyorum. Herkes önceliklidir; kadınlar ve çocuklar hariç. Onlar ötekinin de ötekisidir. Özellikle bu coğrafyada… Çalışmaya başladığım günden beri eril bakış açısıyla yönetilen şekillenen bir dünyada var olduğumun farkındaydım. Bu sebeple hep temkinli ve hazırlıklı oldum. Örneğin teknik konularda her sektörde olduğu gibi bizim sektörde de erkek çalışanlar ağırlıkta. Yönetmenlik yaptığım dönemlerde bazen istediğim sahnelerin yapılamayacağını söylerlerdi. Aslında teknik bilgiden anlamayacağımı düşündükleri için beni başlarından savmak için yaparlardı bunu. Kadındım sonuçta programlardan ne anlardım! Özellikle sektörün ilk yıllarında…
Ben mizaç olarak pes etmeyi seven bir insan değilim. Bu bakış açısını kırmak için 3D animasyon, grafik motion ve montaj yapmayı öğrendim. Bana bu yapılamaz dediklerinde, hayır bak şöyle yaparsan oluru diyebilmek için öğrendim. Artık benimle çalışanlar işe ne kadar hakim olduğumu biliyor. Zaten yıllar geçti. Sektörle beraber bizler de geliştik. Kadın çalışanların sayısı da her geçen gün artıyor. Artık böyle sorunlar kalmadı. Ama bu küçük örneğin dışında kadın olarak var olmanın zorluğu her daim devam ediyor.
Kitap ya da filmlerinizi hazırlarken pedagog ya da psikolog desteği alıyor musunuz? Konuları hazırlarken kırmızı çizgileriniz nelerdir?
Mutlaka alıyorum. Her ne kadar çocuk pedagojisine yakın bir dilim olduğunu düşünsem de sonuçta ben bir senaristim. Öykümü nasıl daha iyi anlatırım derdindeyim. Bunun peşinden giderken önemli detayları kaçırabilirim. Bu sebeple yazdığım her senaryo pedagog ve editör tarafından okunup bir çok denetimden geçiyor. Eğer çocuk için olumsuz olabilecek şeyler var ise mutlaka geri dönüş yapılıp düzeltmem isteniyor. Kırmızı çizgilerim var elbette. Çocuklara iyi gelmeyecek şeyleri yapmayı asla istemem. İşimin eğlenceli ve keyifli olması her zaman önceliğim oldu. Hedef kitleye uygun olarak yazmak aslında bence en önemli kriter çizgi filmlerde…
Çocuklara eleştirel düşünme yetisini kazandırmak gerektiğini düşünüyorum.
Geçenlerde bir anne çocuğunun seyrettiği anime karakterden olumsuz etkilendiğini söylemişti. Doğru mu değil mi bilemeyiz ama böyle bir etki olmaması için anne babalara kitap ya da film seçiminde önerileriniz olur mu?
Bu olayı bilmiyorum. Ama doğru olması muhtemel. Çocuklar izledikleri gördükleri şeylerden etkileniyorlar. Bu konuda öncelikli olarak çocuklara yaşlarına uygun çizgi film izletmek gerektiğini düşünüyorum. 3 yaşındaki bir çocuğa Anime filmi izletirseniz çocuk büyük olasılıkla kabuslar görür rüyasında. Özellikle okul öncesi çocukları ekrandan olabildiğine korumak ve kısıtlı zaman dilimlerinde çizgi film seyrettirmek gerekiyor. Çocuk büyüyünce, özellikle 7 yaşından sonra seçimlerine karışmak pek mümkün olmuyor. İşte bu noktada ben çocuklara eleştirel düşünme yetisini kazandırmak gerektiğini düşünüyorum. Eğer çocuğa, çok küçük yaşlardan itibaren sadece ekran karşısında değil, kitap okurken dahi sorgulayarak okumayı öğretirsek çocuğunuz anime karakterinin gerçek olmadığını, hikayenin yaratılmış bir kurgu olduğunu ve dünyanın bir mesaj etrafında döndüğünü anlar.
Örneğin eski masallardan örneklemek gerekirse… Bremen Mızıkacılarını düz bir şekilde okursanız onların aslında başkasının evine giren, kovdukları hırsızdan farklı olmayan haydutlar olduğunu anlayamayabilirsiniz. Hatta başkasının yemeğini hiç izin almadan yemenin, başkasının evine yerleşmenin hakkınız olduğu mesajını bilmeden çocuğunuza empoze edebilirsiniz. Bu sebeple çok küçük yaşlardan itibaren okunan her öyküyü sorgulayarak okumak ve çocuğa eleştirel düşünme yetisini kazandırmak, çocuğun ekranla sağlıklı ilişki kurmasını sağlar. Böylece bu tarz yanlış etkilenmeler azalır diye düşünüyorum.
Yeni kitabınızla ilgili bilgi alabilir miyiz?
Bir sandalım bile yok; neredeyse beş yıl önce yazdığım bir öykü. Oğlumla yaşadığım bir günü anlatıyor. Dışarı çıkamadığımız, yağmurlu bir gündü. Oğlum dışarı çıkamadığımız için çok üzülüyordu, park diye tutturmuştu. Ben de onu eğlendirmek için evi parka çevirmiştim. Aslında annemin evini… O gün annemdeydik. Sonra bu öyküyü yazdım. Ve daha sonra pandemi döneminde yine evde kaldık oğlumla… Dışarı çıkamadık. O zaman bu öyküyü resimlemeye başladım. Oğlum Teoman da çok yardım etti kitaba… Kedileri o eklememi istedi mesela…
Acele etmeden, yavaş yavaş oğlumla eğlene eğlene çizdim her sayfayı… Bugüne kadar öykülerimi sadece yazıyordum. Ama bu defa hem yazdım hem çizdim. Her detayıyla benden ve evladımdan dokunuşlar taşıdığı için bu kitabın yeri çok ayrı… Bizim ana oğul en doğal halimizi yalın bir şekilde aktaran bir kitap oldu. Aslında tüm çocuklu ailelerin evlerinden kareleri taşıyor. Yazarken ve çizerken oğlumla hep gülümsedik. Kitabı okuyan çocuklar ve ebeveynleri de aynı tepkilerle dönüş yapıyorlar. Okuyucusunda güzel duygular bırakan bir kitap oldu.
Bir önceki yazımız olan Figen Savaşır, Six Senses Kaplankaya Operasyondan Sorumlu Otel Müdürü Oldu başlıklı yazımızı da okumanızı öneririz.