Çiğdem Tan, İlk Kitabı Kahramanın İle Okurla Buluştu…

Çiğdem Tan, İlk Kitabı Kahramanın İle Okurla Buluştu…
Haberi paylaşın...

Haziran ayı başında Cinius Yayınevi’nden yayımlanan Kahramanım adlı kitabın yazarı Çiğdem Tan, kitabını Halid Ziya Uşaklıgil’e atfetmiş… Tan “Özenli bir üslup ve özgün bir içerikle ilmek ilmek örülmüş cümleler kurabilmek, bunu yaparken duyguyu karşı tarafa tüm gerçekliğiyle yansıtabilmek bana büyük bir mutluluk veriyor” diyor…

 

Uzun zamandır kitap editörlüğü yapan Çiğdem Tan, ilk romanı Kahramanım ile okurlarla buluştu. Yazar,anı türünde kaleme aldığı Kahramanım isimli romanında, küçük bir şehir köyü olan Tarabya’da yaşayan sıradan insanların anlamlı, duygu yüklü yaşamlarını anlatıyor.

Haziran ayı başında Cinius Yayınevi’nden yayımlanan Kahramanım, yazarın ilk kitabı. Kitabın içinde yer alan bir kısmı kısa öykü olarak derleyerek 7. Fakir Baykurt öykü yarışmasında 600’ü aşkın eser arasında üçüncü olan Çiğdem Tan, “Bildiğim sokaklardan ve bildiğim hayatlardan ipuçları almak elimi hayli güçlendirdi ancak öykü benim yaşam hikâyem değil,” diyerek, öykünün ana anlatıcısı Bahar’ın, dünyayı ve kendini tanımaya başladığı yıllarda hasta olduğu gerçeğiyle yüzleşmiş yüz binlerce çocuğun toplamı, kurgusal bir karakter olduğunu belirtiyor.

80’lerin Tarabya’sından Bir Kesit…

Küçük bir kız çocuğunun nazarından 80’lerin Tarabya’sına ustaca ayna tutan Kahramanım; ülkedeki sağlık ve eğitim sistemine getirdiği eleştirel bakış ve zengin içeriğini işlediği başarılı kurguyla da dikkatleri üzerine çekiyor.

Kitabın içinde yer alan bir kısmı kısa öykü olarak derleyerek 7. Fakir Baykurt Öykü yarışmasında 600’ü aşkın eser arasında üçüncü olan Çiğdem Tan, “Bildiğim sokaklardan ve bildiğim hayatlardan ipuçları almak elimi hayli güçlendirdi ancak öykü benim yaşam hikâyem değil,” diyerek, öykünün ana anlatıcısı Bahar’ın, dünyayı ve kendini tanımaya başladığı yıllarda hasta olduğu gerçeğiyle yüzleşmiş yüz binlerce çocuğun toplamı, kurgusal bir karakter olduğunu belirtiyor.

Dört yaşındaki bir kız çocuğunun gözünden hayatı anlamaya, anlamlandırmaya, yorumlamaya çalışan “Kahramanım”; 1980’lerin küçük bir şehir köyünden yansıtılan duygu yüklü bir öykünün içine gizlenmiş onlarca farklı yaşamı, Bahar’ın sade ve duru anlatımıyla okurla buluşturuyor. 80’lerin Tarabya’sına ustaca ayna tutan Kahramanım; ülkedeki sağlık ve eğitim sistemine getirdiği eleştirel bakış ve zengin içeriğini işlediği başarılı kurguyla da dikkatleri üzerine çekiyor.

Hâlid Ziya Uşaklıgil’e atfedilen Kahramanım; zengin, yaratıcı ve heyecan verici…

 

Çiğden Tan kitabıyla ilgili şöyle cevaplar vermiş:

Kitabın ismi neden Kahramanım?

Kitaplarıma başlamadan evvel isimlerini belirliyorum. Bu kitabın da ismi hazırdı; “Düş” olacaktı çünkü bir kız çocuğunun düşlerini anlatacaktım… Ancak öykü ilerledikçe kahramanlar düşlerin ötesine geçip öne çıkmaya başladı. Ben de minik bir değişiklikle romanıma “Kahramanım” adını verdim.


Sizi bir kitap yazmaya yönlendiren, tetikleyen ne oldu?
“Neden yazıyorsunuz?” sorusunun sanırım tek bir cevabı yok. Zülfü Livaneli der ki “Yazı, insanoğlunun ölümsüzlüğe karşı bulabildiği yegâne çözümdür.” Sanırım ardımda bir şeyler bırakabilme güdüsü, beni tetikleyen faktörlerin başında geliyor. Yine derdini anlatabilme işidir yazmak. Bir şeylere kafa yoran ancak tek başına bir çözüm bulamayacağını bilen insanlar, genellikle duygu veya düşüncelerini yayarak o konuda duyarlılık oluşturmaya çalışırlar. Ve tabii ki edebi haz. Özenli bir üslup ve özgün bir içerikle ilmek ilmek örülmüş cümleler kurabilmek, bunu yaparken duyguyu karşı tarafa tüm gerçekliğiyle yansıtabilmek bana büyük bir mutluluk veriyor.

Kahramanım ne anlatıyor?


Kahramanım, “ben” dili ile anlatılan, anı türünde kaleme alınmış bir roman. Öykünün anlatıcısı Bahar isimli bir kız çocuğu. Bahar, şiddetli eklem ağrıları olan bir çocuk. Yoğun bir tanı ve tedavi süreci geçiriyor. O kadar küçük ki yaşadığı pek çok şeyi anlayamıyor ve hep kendince yorumluyor. Bu noktada tedavilerin psikolojik destek ile birlikte yürütülmesinin önemini vurgulamaktı hedefim.
Yine büyümeye başladığı yıllar içinde, eğitim alanında da pek çok sıkıntı yaşıyor çünkü kanunlar kronik hastalığı olan yahut uzun süre tedavi gören çocukları, sağlıklı çocuklarla aynı sınav süzgecinden geçiriyor ve onlara hiçbir imtiyaz tanımıyor. Bu noktada da eğitim sistemine eleştirel bir bakış açısı yansıttım.
Bahar küçük bir şehir köyü olan Tarabya’da yaşıyor. Tarabya, hem en zenginlerin hem de en fakirlerin bir arada yaşadığı bir yerdi seksenlerde. Yine birçok inançtan insanı bir arada barındırıyordu ki hâlen öyle. O birbirinden farklı kimliklerle Bahar’ın yolunu ara ara kesiştirdim, yine Bahar’ın bakış açısıyla onların yaşamını yorumladım.

Kitabınızı Hâlid Ziya Uşaklıgil’e atfetmişsiniz… Neden Uşaklıgil?
Evet. Hâlid Ziya Uşaklıgil’i çok çok başka bir yerde görüyorum. Modern Türk romanının kurucu ismi ve çok değerli bir yazar olmasının ötesinde, cesur ve öncüdür de… Döneminde kimsenin cesaret edemediği şeyi yapıp romanla kadına kimlik kazandırmış; Türk romanına da dünyaya açılacağı kapıyı aralamıştır. Yolunda, izinde olduğumu bilsin istedim.

Yazarken en çok nelerden motive oluyorsunuzİçerik anlamında kendinizi nasıl besliyorsunuz?

Ben zaten yazmayı çok seviyorum. Kimileri futbol maçı seyretmeyi sever ya, öyle bir şey… Dolayısıyla ekstra bir pekiştirece gereksinim duymuyorum. Daha iyilerini yazma noktasında motivasyonumu yükselten ise başaracak olmamın verdiği his oluyor. Klasik müziğin etkisini de inkâr edemem tabii ki. Müzik ve doğa beni sakinleştiriyor.

Kitaptan Alıntılar

“Saçlarımı öptü, derin bir oh çekti, gözlerinin yaşını gizlemek için başını saçlarıma gömdü, dakikalarca öylece susup kaldık. Bir şeyler daha söylemek isterdi muhtemelen… Güzel şeyler… Ama onun da benim gibi boğazına oturan bir şeyler olduğunu anladım, sustuk, iç çektik. Yaşamımın en duygusal anıydı.”

“Hayattaki en büyük ihtiyacımız gerçeği bilmekti. Kendi gerçeğimizi bilmek, neler olup bittiğini anlayabilmek… Sonrasında da şüphesiz bir sevgi.”

“Yaşayanlar belki farkında değillerdi ancak evin her yeri hasta kokuyordu ve ben hayatımda en iyi o kokuyu tanıyordum.”

“Beş ay sonra bir hastane odasında uyandığında, yüzünün yarısının da romanının da yandığını öğrenmiş ve o dakika aklını yitirmiş.”

“Yazık ki o yaz duaya ihtiyacı olan sadece ben değildim. Küçük köyümüz Tarabya’dan o sene ardı ardına ülkenin en garip ölüm haberleri yayıldı.”

“Onursuz yaşamış olabilirdi de. Ancak kesin olan bir şey varsa, onurlu öldüğüydü.”

“Hayli ilerlemiş Türkçesi ile anneme şöyle demişti: “Yüz kere daha dünyaya gelsem yine kocamla evlenirdim!”

“Gözlüklerinin ardından seçilebilen ifadesiz gözlerinde yüz bin yılın yorgunluğunu taşıyan kentli insanların depresifliklerine 80’lerin Tarabya’sında yer yoktu.”

“Büyüdüğümde bir gün en az onun kadar âşık olmak, aşk için uzaklara gitmek istiyordum; tıpkı onun gibi. Sonra da bütün gördüklerimi bu küçücük koyda unutmak…”

Bir önceki yazımız olan Dünya Vücut Boyama Derneği Üyesi Tek Türk Özlem Altınbilek! başlıklı yazımızı da okumanızı öneririz.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ